Cadılar Bayramı yaklaşırken, sinema tarihinin unutulmaz korku sahneleri tekrar gündemde. Yıllar boyunca izleyicilerin hafızasına kazınan o sahneler…
Detaylar haberimizde…


Mulholland Drive’ın Basit Ama Ölümcül Restoran Sahnesi

David Lynch’in 2001 yapımı Mulholland Drive, BBC eleştirmenlerinin 21. yüzyılın en iyi filmi olarak seçtiği yapımlar arasında yer alıyor. Ancak film, bir restoran sahnesiyle izleyiciyi adeta nefessiz bırakıyor. Los Angeles’taki sıradan bir restoranda iki arkadaşın rüya üzerine sohbeti ve ardından güneş ışığına adım atmaları, ilk bakışta hiçbir tehdit içermiyor gibi görünüyor.
Ama Lynch’in ustalığı burada devreye giriyor. Filmdeki beş dakikalık bu sahne, gerilimi yavaş yavaş inşa ediyor ve izleyici, karakterin kâbus dolu gerçekliğini fark ettikçe adeta kanı donuyor. Klasik bir “jump scare (ani korkutma, sıçratma)” elbette etkili, fakat asıl korku, karakterin kontrolünü kaybettiği, çaresizce kendi kabusunda sıkışıp kaldığı o atmosferden geliyor. Cadılar Bayramı gecesinde bu sahne, basit bir konuşmanın bile nasıl ölümcül bir gerilime dönüşebileceğini hatırlatıyor.
Sadako’nun Televizyondan Çıkışı – Ringu (1998)

Japon korku sinemasının efsanesi Ringu (Halka), 90’lı yılların Japonya’sında geçen sessiz ama son derece rahatsız edici bir korku hikâyesi sunuyor. Sadako, doğaüstü güçleri nedeniyle öldürülmüş bir kızdır ve ruhu lanetli bir videoya hapsolmuştur. Film, yüksek bütçeli aksiyon sahnelerinden uzak, psikolojik ve gerilimi yoğun bir korku deneyimi yaratıyor.
Filmin doruk noktası ise baş karakter Ryuji’nin yalnız başına evinde, televizyonda videonun kendi kendine oynamaya başlamasıyla ortaya çıkıyor. Sadako ekranda sürünerek görünür ve izleyiciyle göz göze geliyor. Uzun siyah saçları tek bir deli bakışıyla ekranı delip geçiyor ve ardından adeta gerçek dünyaya çıkıyor. Sadako’nun ekranı aşarak izleyiciye yaklaşması, viral medyanın tehlikelerine dair modern bir metafor niteliği taşıyor. Cadılar Bayramı gecesi, bu sahneyle hem Japon korkusunun inceliklerini görmek hem de sinemanın “görünmez korku” gücünü hissetmek mümkün.
Bilbo’nun Karanlık Yüzü – Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği (2001)

Peter Jackson’ın Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, Shelob, Orklar ve Nazgûller gibi korkutucu öğelerle dolu. Ancak küçük bir sahne, tüm beklentileri altüst ediyor: Bilbo Baggins’in Yüzük karşısında anlık olarak kaybettiği kontrol.
İyileşmekte olan Frodo’nun Rivendell’deki sıcak ortamında, Bilbo’nun yüzü kısa süreliğine açgözlülük ve arzu ile grotesk bir hâle dönüşüyor. Animatronik, makyaj ve dijital efektlerin birleşimi, Bilbo’nun bir anlığına neredeyse insan olmanın ötesine geçmesini sağlıyor. Jackson’ın korku film geçmişi bu sahneye yansıyor; izleyici beklenmedik bir şekilde irkiliyor. Cadılar Bayramı ruhu burada, masum görünen karakterlerin bile karanlık bir potansiyele sahip olabileceğini hatırlatıyor.
Kayla’nın Kâbusu – Eighth Grade (2018)

Bo Burnham’in Eighth Grade filmi, utangaç ve çekingen 13 yaşındaki Kayla’nın yaşamını anlatıyor. Film, ton değişimleriyle dikkat çekiyor ve en gerilimli an, Kayla’nın bir Toyota’nın arka koltuğunda yaşadığı sahne.
Kayla, alışveriş merkezinde lise öğrencileriyle vakit geçirmiş ve ardından Riley adında bir genç tarafından eve bırakılmak üzere arabaya davet edilmiş. Başta hafif bir sohbet gibi başlayan durum, Riley’nin arka koltuğa atlaması ve tehlikeli bir oyun başlatmasıyla korkutucu bir hâl alıyor. Kayla, oyunu zekâsıyla idare etmeye çalışıyor ve son anda tehditkar durumu savuşturuyor. Bu sahne, kan ve şiddet olmadan gerçek bir gerilimi nasıl yaratabileceğinin örneği. Cadılar Bayramı’nda bu sahne, “gerçek korku”nun bazen en masum yerlerde saklanabileceğini gösteriyor.
Peek-a-Boo Kabusu – The Witch (2015)

Robert Eggers’in The Witch, 17. yüzyılda New England’da geçen Puritan bir aileyi anlatıyor. En korkutucu sahne, Thomasin’in bebeğiyle oynadığı peek-a-boo oyununda ortaya çıkıyor. Bebeğin aniden kaybolması ve ormanda bir kulübede görülmesi, izleyiciyi derin bir dehşete sürüklüyor.
Film, ani korku unsurları yerine psikolojik ve durmaksızın artan bir gerilim sunuyor. Black Phillip adındaki şeytani keçi gibi unsurlar, sahneyi tamamlıyor. Cadılar Bayramı gecesi, The Witch’in sessiz ve derin korku estetiği, klasik korku filmlerinin aksine akılda kalıcı bir kabus bırakıyor.
Sarah Connor’ın Kıyamet Rüyası – Terminator 2: Judgment Day (1991)
James Cameron’ın bilim kurgu aksiyon filmi Terminator 2, sinema tarihinin en rahatsız edici rüya sahnelerinden birini içeriyor. Linda Hamilton’ın canlandırdığı Sarah Connor, kötü niyetli yapay zekâ sistemi Skynet’in yol açtığı nükleer felaketi önlemeye çalışırken, gelecekteki kıyameti rüyasında görüyor.
Rüya, olabilecek en rahatsız edici mekânda geçiyor: bir oyun alanı. Sarah, dışarıdan çocukların ve ebeveynlerin mutlu oyunlarını izliyor – kendi gelecekteki hâli de dahil – ve onlara ulaşmaya çalışıyor ama çığlıkları boşuna. Tel çiti şiddetle sallar, çaresizlik içinde kıvranır. Ardından bomba patlıyor ve tüm Los Angeles alevler içinde kalıyor. Cameron, pratik efektler ve CGI’yi harmanlayarak sahneyi görsel olarak korkutucu hâle getiriyor.
Judge Doom’un Gerçek Yüzü – Who Framed Roger Rabbit? (1988)

Robert Zemeckis’in live-action ve çizgi film karışımı Who Framed Roger Rabbit?, çizgi filmlerdeki şiddet ve sadizmi gözler önüne seriyor. Filmde hem “toon” karakterler hem insanlar çeşitli yollarla elektrikleniyor, bıçaklanıyor veya eziliyor.
Filmin en korkutucu sahnesi, kötü karakter Judge Doom’un buhar silindiri altında ezilmesi ve ardından diğer tarafta düz bir krep gibi ortaya çıkmasıyla başlıyor. Gerçekten bir çizgi film karakteri olduğu ortaya çıkıyor. Doom kendini yerden sıyırıyor, incecik yürüyerek balon pompasına gidiyor ve kendini yeniden şişiriyor. Gözleri kan kırmızısı çizgi film gözleri olarak açılıyor; çığlık atıyor, ayakkabılarından yaylar fırlıyor, gözlerinden hançerler çıkıyor ve ellerinden çıkan testere bıçaklarla odada zıplıyor. Bu sahne, o dönemde çizgi film izleyip Bugs Bunny tarzı bir macera bekleyen çocuklar için gerçek bir kabus deneyimi oluşturdu.
Speak No Evil (2022) – Büyük Açığa Çıkış

2022 yapımı Speak No Evil, tatilde arkadaşlık kurarken dikkatli olunması gerektiğini hatırlatıyor. Bir Danimarkalı çift, Toskana’da tanıştıkları Hollandalı aileyle arkadaş olur ve kısa süre sonra davetlerini kabul edip Hollanda’nın kırsalına giderler.
Film boyunca izleyici, sürekli rahatsız edici ve biraz “tuhaf” sosyal etkileşimlerle karşılaşıyor. Ev sahiplerinin pasif-agresif yorumları gerilimi artırıyor ve sosyal nezaketin perde arkasında neler olabileceğini gözler önüne seriyor. Filmin doruk noktası, ev sahiplerinin planlarının ortaya çıkması ve daha karanlık korkuların kapıda olduğunun hissedilmesiyle tamamlanıyor.
Mount Fuji Kırmızı Rüyası – Dreams (1990)

Akira Kurosawa’nın Dreams filmi, yönetmenin kendi rüyalarından ilham alan sekiz kısa bölümden oluşuyor. En korkutucu sahne, “Mount Fuji in Red” rüyası. Ünlü volkanın arkasındaki nükleer santral patlıyor ve reaktörler kontrolden çıkıyor.
Kalabalık panik içinde kaçıyor. Mount Fuji yavaşça kırmızıya dönüyor, sanki patlayacak gibi. Sahne değişiyor; kalabalık ortadan kaybolmuş, sahilde sadece beş kişi kalmış. Panik içindeki bir adam, Kurosawa’nın yerine geçiyor ve düzgün giyimli bir iş adamına olup biteni soruyor. Adam gözlüklerini temizlerken, kalabalığın radyasyon ölmeden önce kendini boğmaya koştuğunu açıklıyor. Renkli duman dalgaları taşlara doğru esiyor ve her radyoaktif gaz bandının insan vücuduna yapacakları korkunç etkiler, hem tedirgin hem soğukkanlı bir şekilde anlatılıyor. Film, çevresel felaket korkusunu sinemada bu kadar güçlü işleyen nadir örneklerden biri.
Cadılar Bayramı gecesi yaklaşırken, sinema tarihinin bu unutulmaz korku sahneleri, izleyicilere gerilimi ve korkuyu yeniden hatırlatma fırsatı sunuyor.
En Son Tv sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.




