
Sabahın erken saatleri. Hava hâlâ tam aydınlanmamış. Bir evin mutfağında loş ışık altında bir kadın telaşla kahvaltı hazırlıyor. Çaydanlıkta su kaynıyor, tost makinesinde ekmekler çıtırdamaya başlıyor. Aynı anda bir yandan çantasını kontrol ediyor, göz ucuyla saate bakıyor. Derken bir kapı aralanıyor. Uykulu gözlerle küçük bir çocuk içeri giriyor. “Anne…” diyor, yarı uykulu sesiyle. Kadın gülümsüyor, “Hadi oğlum, geç kalacağız.” İşte o an başlıyor; hayata yetişme telaşı.
Anne ve oğul… Birbirine hem çok benzeyen hem de bambaşka iki ruh. Ama ortak bir tempoda koşuyorlar aslında: hayatın ritmine. Anne, oğlunu zamanında okula yetiştirmeye çalışırken, bir yandan kendi işine, sorumluluklarına, beklentilere, günün koşullarına da yetişmeye çalışıyor. Oğul ise hem annesinin temposuna hem de büyümenin bilinmez yollarına ayak uydurmaya çalışıyor. İkisi de bir yerlere yetişmek için çabalıyorlar; biri bugüne, biri yarına.
Hayata yetişmek… Ne çok anlam yüklü bir ifade. Bir annenin gözünden bu, her sabah oğlunun beslenme çantasına sevgiyle koyduğu bir not olabilir. Bir servise yetişme telaşı, okul çıkışı soğukta bekleyiş, akşam yemeği sırasında “Bugün ne öğrendin?” sorusunun ardına gizlenmiş bir merak ve kaygı. Anne, oğlunun sadece karnını doyurmaz; kalbini, karakterini, cesaretini de besler. Çünkü bilir ki o küçük çocuk, bir gün kendi yoluna çıkacak. Ona bırakacağı en kıymetli miras ise hayata nasıl yetişeceğini bilmesidir.
Oğul içinse hayata yetişmek, annesinin bakışlarında güveni okumaktır. Onun sesiyle uyanmak, onun telaşında kendine bir yer bulmaktır. Henüz dünyayı anlamlandıramadığı yaşlarında, annesinin davranışlarından şekillenir hayat. Koşmayı da, sabretmeyi de, sevmeyi de ondan öğrenir. Her düşüşünde annesinin elleriyle kalkar. Her başarısında gözlerinin parladığını görür ve anlar ki; hayata yetişmek bazen sadece bir bakışla, bir sarılışla mümkün olur.
Yıllar geçer. Çocuk büyür. Okul çantası yerini sırt çantasına, oyuncaklar yerini hedeflere bırakır. Anne yine aynı, ama biraz daha yavaş, biraz daha sessiz bir tempo ile yanında yürür. Artık oğul önde, anne arkada gibidir. Ama gerçekte, anne hep yüreğinde taşır o ilk sabahın telaşını. Birlikte geçirdikleri her an, zamanın içinden bir ip gibi uzanır geleceğe. Anne oğluna hayatı öğretirken, aslında kendisi de yeniden öğrenir; sabrı, beklentisiz sevgiyi, bırakmayı…
Bir anne için en zor şeylerden biri, oğlunun kendi yoluna gitmesine izin vermektir. Ama bilir ki hayata yetişmek sadece birlikte koşmak değildir; bazen elini bırakmak, bazen de arkadan sessizce izlemektir. İşte gerçek büyüme de burada başlar.
Hayata yetişmek, bir yarış değildir. Ne anne kazanır ne oğul. Çünkü bu yolculukta kazanan, sevgiyle yürümeyi öğrenen kalptir. Anne oğul ilişkisi, bir ömür süren bir sessiz anlaşmadır aslında. Kimi zaman bir bakışta, kimi zaman bir susuşta saklıdır o anlaşma. Ve ne olursa olsun, o bağ hep kalır. Herkes yoluna gitse de, her şey değişse de, o sabahların telaşı, mutfakta paylaşılan bir tostun kokusu gibi kalır geride.
Sonuçta, hayata yetişmek; birlikte büyümektir. Bazen düşe kalka, bazen sessizce, bazen gözyaşıyla. Ama daima sevgiyle.
En Son Tv sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.